Serenad | Zülfü Livaneli
Konumuz Kitap
Mart 30, 2024
4
Mart ayında okunan kitaplar arasında en iyi kitap olarak seçtiğimiz, Livaneli'nden de okuduğumuz ilk kitap Huzursuzluk olmuştu. Şimdi Serenad'ı sizlerle birlikte inceleyeceğiz!
Okuduğumuz en etkili kitaplardan birisi oldu Serenad. Zülfü Livaneli'nin kaleminden çıkan her eser, bir müzikaliteyle yazılmış bir serenattır adeta. Ancak Serenad, yazarın bu müzikal anlatımını en derin ve etkileyici şekilde sunan eserlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Roman, sadece bir hikâye anlatmaktan öte, insan ruhunun derinliklerine inen bir yolculuğa davet ediyor okuyucuyu.
Detaylara geçmeden önce aramızda Zülfü Livaneli'nin Serenad romanını okuyanlar varsa kitaba dair görüşlerinizi aşağıdaki yorumlar bölümünden bizlerle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyoruz.
Serenad Romanının Konusu
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.
1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.
Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.
"Serenad für Nadia!"
Farklı kimliklerde, farklı ırklarda, farklı hayatlar yaşayan ama aynı acılara ortak olan üç kadın: Nadia, Mari ve Maya. Ve tarihi olayların harmanlandığı bir roman.
Kitap, 1940'larda, II. Dünya Savaşı döneminde başlayan bir öyküyü konu alıyor. İkinci Dünya Savaşı'nın yıkımını yaşayan Almanya'da geçen bu hikâye, insanlığın karanlık yüzüyle yüzleşirken aynı zamanda umut ışığını da gösteriyor. Livaneli, savaşın yarattığı acıları ve insanlığın içindeki iyiliği ustalıkla harmanlayarak okuyucuyu derinden etkileyen bir atmosfer yaratıyor.
Serenad, sadece bir aşk hikâyesi ya da savaşın yıkıcı etkilerini anlatan bir roman değil, aynı zamanda insanın içindeki iyiliğin ve dayanışmanın gücünü de gözler önüne seriyor. Livaneli'nin derin karakter analizleri ve dokunaklı anlatımı, okuyucuyu hikâyenin içine çekerek onları düşündürmeye ve duygulandırmaya devam ediyor.
Okuduğumuz kitaplar arasında konusu itibariyle bizi en çok etkileyen roman oldu. Romanı bitirirken bir damla gözyaşı size eşlik edebilir, bizden uyarması.
Roman, Araştırmaya Teşvik Ediyor!
Karakterler o kadar gerçekçi ki bir an hikayeyi gerçek hayattan alındığını zannetmiştik kitabı okurken. Hatta romanın ana karakteri ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i uzun uzun araştırdık.
Araştırırken yazar Livaneli'nin kitaba dair yorumuna da denk geldik. O yorumda yazar şunları dile getiriyor: "... Bu zaten bir tekniktir. Hep yapılır. Dickinson romanlarında vardır. Tolstoy mesela Borodino Savaşı'nı anlatır. Yani kendimi bu büyük isimlerle kıyaslamak için söylemiyorum da. Böyle bir tekniği öğrendiğim için söylüyorum. Burada da mesela Serenat'ta Struma gemisinin hikayesi var. O gerçek bir hikaye. Ama Profesör Maksimilian Wagner ve Nadia ve Maya benim kurgu ürünü insanlarım. Bir, beşeriyleştirmek, insanileştirmek adına o karakterleri koyuyoruz. Fakat daha sonra ne oldu? O kadar onları da bir hakiki roman kişisi değil de gerçekten yaşamış insanlar sandı ki okur."
II. Dünya Savaşı, Struma Faciası, Mavi Alay, Kırım Türkleri...
Ayrıca romanda geçen Struma Faciası, Mavi Alay, Kırım Türkleri ve daha birçok konuda yazar bize bilmediklerimizi daha doğru bir ifadeyle üstü örtülmüş bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor.
Romanda, sıkça altı çizilen cümle "Hiçbir iktidar masum değildir." oluyor. Romanın arka planında sadece bir ülkenin değil, bütün ülkelerin hükümetlerine yapılan bir eleştiri söz konusu. Livaneli dendi mi siyasi eleştiriler olmazsa olmaz fakat bu eleştirileri çok güzel bir şekilde romana uyarlıyor.
Uzun lafın kısası, eğer Serenad'ı okumadıysanız kesinlikle okumalısınız. Livaneli'nin romanlarına başlamak isteyenler ve hangi kitapla başlayacağını bilmeyenler için Serenad çok güzel bir başlangıç olacaktır. Şimdiden keyifli okumalar dileriz.
Zülfü Livaneli Kimdir?
Zülfü Livaneli, 20 Haziran 1946'da Konya'nın Ilgın ilçesinde doğan Türk yazar, müzisyen, senarist, politikacı ve film yönetmenidir.
Livaneli, Ankara Maarif Koleji'nde okuduktan sonra Stockholm Üniversitesi'nde felsefe ve müzik eğitimi gördü. 1970'lerde politik nedenlerden dolayı 10 yıl sürgünde yaşadı. Sürgünde olduğu dönemde birçok roman, şiir ve şarkı yazdı. 1984 yılında Türkiye'ye döndü ve aktif siyasete atıldı. Bir dönem milletvekilliği ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyeliği yaptı. Halen yazarlık, müzik ve film yönetmenliği yapmaktadır. Livaneli'nin eserleri arasında romanları, şiir kitapları, müzik albümleri ve filmleri yer alır.
En bilinen eserleri arasında Serenad, Mutluluk, Leylim Ley, Konstantiniyye Oteli, Son Kuşlar, Kardeşimin Hikâyesi, O Tuhaf Çocuk, Günlük, Sesler, Leylim Ley, Sevdalı Türküleri, Ruhun Doğan Güneşi, Ayna, Yol, Sis, Veda ve Mutluluk filmleri sayılabilir. Livaneli, Yunus Nadi Roman Ödülü, Orhan Kemal Roman Armağanı, Sadri Erdem Beste Yarışması Birincilik Ödülü ve Altın Kelebek Ödülü gibi birçok ödüle layık görülmüştür.
Livaneli, günümüz Türkiye'sinin en önemli ve üretken yazarlarından biridir. Eserleri birçok dile çevrilmiş ve uluslararası alanda da tanınmıştır. Livaneli, insan hakları ve özgürlük savunuculuğuyla da bilinmektedir.
Peki siz Serenad'ı okumuş muydunuz? Okuduysanız roman hakkındaki görüşleriniz neler? En beğendiğiniz Livaneli romanı nedir? Yorumlarda buluşalım!
"Elveda Max, elveda Nadia." dedim. Onların başına gelenleri anlatmaya karar verdim. Çünkü ancak hikayesi anlatılan insanlar var oluyordu.
Böyle tuhaf bir dünyada yaşıyorduk işte. Bir tarafta iktidar duygusuyla insanların hayatlarını karartan barbarlar, bir taraftan da etik değerlere bağlı insanlar vardı. Bir tarafta vahşet, bir tarafta ahlâkî ilkeler.
İşte Türkiye böyle bir çelişkiler ülkesiydi. En avangart yaşamdan feodal aşiret düzenine kadar her şey vardı.
Niye hiçbir sokağın, caddenin, meydanın, köyün adı aynı kalmıyor; sürekli değiştiriliyordu acaba? Tarihten kaçmak için mi? Her şeye sıfırdan başlamak için mi?
İnsanların mutluluğu, iktidar oyunları arasında ne kadar da zavallı bir konu haline geliyordu.
Her iktidar öldürür. Kimi daha az, kimi daha çok.
Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun. Ben ise seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan.